İnce ayrıntılar sizin olsun bizim biraz işimiz var

8 Mart yaklaşırken aslında yılın her bölümünde konuştumuz konulara günün ve haftanın öneminden doğru daha yoğun bir şekilde eğilmeye başlıyoruz. Kadına ve LGBTİQ+’lara yönelik şiddet, cinsiyet eşitsizliği, erkek – devlet şiddeti, ayrımcılık, nefret, görünmeyen emek, cinsiyet temelli emek kıyası, mobbing… Bunların yanında aslında yüzyıllardan beri içinde olduğumuz ve bazen içinde olmaktan memnun olduğumuzu düşündüğümüz bir emek ve emek sömürüsü biçimi daha var; duygusal emek. Burada bunun neler olduğunu saptayabilir ve temelde yatan şu soruya cevap arayabiliriz belki de; duygusal emeğin cinsiyete dayalı dayatılmış kısmını görebiliyor muyuz?

Duygusal emeğin cinsiyetleştirilmesi durumu birden fazla alanda karşımıza çıkan bir durum aslında. Sadece özel alanla sınırlı kalmayan iş hayatında, kamusal alanda kadınların üzerinde yoğunlaşmış bir etiket durumunda. Duygusal emek temelde cinsiyete dayalı olmadan her birey üzerinde var olabilir ama bizim bakacağımız yer başta cevap arayabilir dediğimiz cinsiyete dayanan kısmı. Özel alana bakmak ilk akla gelenlerden biri oluyor tabii. Duygusallık, kırılgan, düşünceli, anlayışlı, daha yoğun empati kurması gereken, söylenmeden akıl etmesi, hissetmesi beklenen. Toplumsal cinsiyet rollerini daha bu aşamada konuşmaya başladık bile. Özellikle özel alanda duygusal emeğin eşleştirildiği en önemli nokta ‘annelik’. Daha çocuk yaştan itibaren büyüdüğünde kesinlikle evlenecek, yuva kurup o yuvayı var edecek, anne olup çocuklarının ve evlendiği erkeğin tüm bakımını üstlenecek görevli kadınlar yetiştirilmeye çalışılıyor. Tabii bunun içinde iktisadi olarak kendi bağımsızlığı değil erkeğe bağımlılığı ön görülüyor. Bunlar bildiğimiz görünmeyen/ev içi emeğin en önemli kısımları. Bütün bu fiili emeğin yanına koymamız gereken psikolojik ve duygusal olarak kaçınılmaz yıpranma yaratan ise duygusal emek faktörü. Burada bakım kelimesini faaliyet olarak düşünnmekten çıkmak zorundayız. ‘Kadın dediğin’ huzuru sağlamalı, evin ve sorumlu olduğu tüm aile bireylerinin vicdani tüm yükünü omuzlamalı, evin ekonomisinden problem çözme kabiliyetine kadar her şeyi düşünmeli ve tüm asayişi sağlamalı. Sürekli huzur ve mutluluğun garantörü olmalı. Çocuğun ve eşin hastalığından sağlığına, üzüntüsünden mutluluğuna her şeyi düşünmek ve gerektiğinde yeniden düzenlemek zorunda. Sistematik olarak ilgi gösteren ve en anlayışlı olan olmak zorunda. Başkasına ait sorumlulukları dağıtmak, denetlemek ve hatırlatmak zorunda. Ve kesinlikle bunu güleryüzle yapmalı unutmayalım. Bütün bunların bize tanıdık geldiğinin ve bazen bunların olması gerekenler olduğunun farındayız değil mi? Bunları yaparken erkek ne anlar, erkekler duygusuzdur, unuturlar, beceremezler dediğimizin ve kendi kılıflarımızı yarattığımızı biliyoruz değil mi? Aynı zamanda bunu özellikle heteroseksüel cinsel ilişki kısmında da görüyoruz. Duygusal ya da fiziksel olarak mutlu hissettirme, ‘bekleneni’ karşılama, hayal kırıklığına uğratmama.

Tüm bunlar işin özel alan boyutuyken bir de iş, okul hayatı gibi kısımlara baktığımızda da cinsiyet temelli bu emek rollenmesini bir kez daha görüyoruz. İnsan ilişkilerinin en yoğun olduğu meslekler ve tabii toplumsal cinsiyet rolleri ile beslenenler duygusal emek sömürüsün bu alandaki yansımasını bize sunuyor. Halkla ilişkiler, mağaza görevlileri, satış sorumlusu pozisyonu, asistanlık, hemşirelik, öğretmenlik, yaşlı ve hasta bakımı görevi ve daha sayabileceğimiz birçok profesyonelliğin üzerine duygusallığın koyulması gerektiğine inanılan, her şeyin kadının güleryüzlü, anlayışlı olmasına bağlı olduğu düşünülen çalışma alanları. Bu sadece böyle görev tanımları için geçerli de değil. Üst düzey bir yöneticiden bahsetsek bile bir toplantıda sunulacak basit ikram ve jestlerin bile oradaki kadının düşünmesi beklenir. Çünkü kadın ince düşünceli olmalıdır, duygusal tatmini düşünecek ve gereklerini yerine getirecek kişi olmalıdır.

Tüm bu durumların yerine getirilmemesi ise kadına yüklenecek bir suçlama, eksiklik, vicdani sorgulama yapma gereği olarak dayatılıyor. Emeğine yabancılaşan kadından, babadan kocaya, patrondan sermayeye her alanda duygusal emeği yeniden ve yeniden üretmesi bekleniyor. Üretmezse ne olur? Kadın olmanın, kadın gibi ince ayrıntıları düşünmemenin suçlusu ve sorumlusu oluyor. Kadın mağazada her şeyi güleryüz ve sabırla satabilen, herkesi mutlu etmek zorunda olan, aynı zamanda tüpü açık mı unuttum acaba diye düşünürken çocuğunun öğle yemeğinin ne alemde olduğunu aklının bir köşesinde tutmak mecburiyetinde olan oluyor. Sonuç olarak tüm bunların kadına doğuştan yüklenen bilgisayar programı niteliğindeki faaliyetler olduğu düşünülüyor.

En başta dedik ya 8 Mart’a giderken diye, emek eksenli baktığımız her konuda birçok kesimin eşitsizliğe, adaletsizliğe mahkum bırakıldığı her yerde bir kez daha kadınların iki kat buna maruz bırakıldığını görüyoruz. Duygusal emek söz konusuysa ilkeli, ilerici, feminist vs farketmeden bunu bazen kabulleniyoruz. Kaynağının heteropatriyarkal düzen olduğunu bildiğimiz bir alanla daha mücadele ediyoruz. 8 Mart yaklaşırken eşitlikse duygusal emeğe de eşitlik diyerek önce haklarımızı, kazanımlarımızı, eşitlik ve özgürlüğümüzü düşünmeye bir de bunu sokaklarda haykırmaya gidiyoruz. Bol sloganlı günler dilerim.

Paylaş

İlgili Yazılar